29 Aralık 2010 Çarşamba

Ağlama duvarında bok böcekleri

Dün aklıma o kadar acıklı cümleler geldi ki yazmaya başladıktan üç dakika sonra bıraktım. Kendime acımaya veya üzülmeye bile vaktim yokken başkalarını üzmek istemedim. Bu blogu ağlama duvarına çevirmeye niyetim yok. Ya da çevirsem mi? Okudukça salya sümük ağlasanız mı? :) Belki yaparım belli olmaz.

Neyse gelelim bok böceği mevzusuna :) Eğer çok ama çok param olsaydı kesinlikle Bottega Venetta en sık alışveriş yaptığım markalardan biri olurdu. Ve eğer çok ama çok param olsaydı ve B. Venetta butiğine gitseydim kesinlikle aşağıdaki şaheserlerden birini alırdım! Eski Mısır'da varolan bütün kehanetler bugün bilimsel olarak kabul görüp gerçekleşiyorsa bok böceğinin şans getirmeyeceğini kim söyleyebilir?






Sadece bu küpeleri almazdım. Çok sevimsizler!

17 Aralık 2010 Cuma

Freud bizi kurtar. Lütfen.



Hayatımı hiç böyle hayal etmemiştim. Gerçekten. Bambaşka bir yolda ilerleyecekti ve şu anda bulunduğum yerin beş katrilyon ilerisinde olacaktım.

Hayat bir tiyatro sahnesi ise neden drama kraliçesi benim? Neden sınıfımızdaki sürtük değil? Neden yani? Ayrıca benim bu rolü bu kadar başarıyla oynayabileceğimi kim söyledi? Eğer Allah varsa ki olduğuna inanıyorum, derhal bana başka rol biçmesini rica ediyorum.

O kadar çok sıkıntı yaşıyoruz(m) ki, bazen sıkıntıdan nefes alamıyorum. Belki de artık almak istemiyorum. Sonra kendi kendimi teselli etmeye çalışıyorum. Freudvari bilinç açılımları yapıp psikolojimi tahlil etmeye çalışıyorum. (Freud yaşasaydı önemli buluşlarını benim ailem üzerinde denerdi kesin. Bunlar şu yaşadıklarına rağmen nasıl hala ayaktalar veya akıl sağlıkları ne alemde diye deneyler yapardı üzerimizde.) Sonra klişeleri sevmem ama diyorum ki "Her şey güzel olacak." Bakıyorum, bekliyorum ve umudediyorum. Ama her şey değil tek bir şey bile güzel gitmiyor anasını satayım. Bekle bekle...Yeterince dua ediyorsan ve hiç biri kabul olmuyorsa başka yollar arıyorsun. Bu böyle olmayacak bari halime şükredeyim diyorum. Kışın karın altında donan insanları, bebekleri ve hayvanları düşünüyorum. Bir barakada yaşayan on kişilik aileleri...Sonra babamın "Bu sıkıntıları çekmesekte bir gecekonduda hep beraber yaşasak..." lafı geliyor aklıma. Kaderimiz öyle şeyler yaşatıyor ki bize bir gecekonduda yokluk içinde ama hep beraber sağlıkla yaşamayı göze alıyoruz hatta istiyoruz.

Şimdi blogları okuyorum. Tek derdi Mango'daki indirimden alamadığı pantolon veya trafik yüzünden katılamadığı lansman olan insanlar var bu dünyada. Saçı istediği renk olmadığı için yirmi tane post yazan, dudaklarını dolgunlaştırmadığı için rujuna küsen ve daha neler neler. Google Reader'ım eskiden bana merak yaşatırdı ve heyecan. Yeni postları okumayı çok severidim. Ama şimdi sadece hüzün veriyor.

Bir gün tek derdimin beğendiğim kazağın bedeninin kalmaması olmasını istiyorum.

14 Aralık 2010 Salı

Erkeklerin erkeğe benzemediği kampanyalar

Gerçekten Burberry'nin derdi nedir? İki reklam kampanyasında da erkeklere ve kadınlara aynı makyajlar yapılıyor ve saçları çok iğrenç! Bu söylediklerim Emma Watson'ın kardeşi için de geçerli! O kadar korkunç görünüyorlar ki dergilerde rastladığımda direk sayfayı çeviriyorum!





Hele bu görselde resmen mankenler cinsiyetsiz!

10 Aralık 2010 Cuma

Allah Allah...



Böyle düşünen bir tek ben miyim, bilmiyorum.Okuduğum onlarca blog yazarı, yazıları bir sitede yayınlansa veya başka bir blogta paylaşılsa seviniyor. Ama benim yazımı kendi sitende yayınlamadan önce bana haber versen güzel olmaz mı? Hayır izin alınması anlamında söylemiyorum çünkü burada paylaşılanların bir telifi yok. Yazınızı şurada yayınladık bile dense, haber verilse de olur.

Serbest bir platformda yazılarımı başkaları okusun diye paylaşıyorum, birileri alıp sitesine koysun diye değil. Ama madem koydun be güzelim, bir mail at olur mu?

5 Aralık 2010 Pazar

Bosch bu işi çözmüş!



Arap şeyhi klozet fırçasını, Mariah Carey küvetini ve ünlü R&B sanatçıları dişlerini Swarovski ile kaplattığında şaşırmadıysanız, Bosch sizi şaşırtacak!

En çok satan ürünlerinden hafif ve ergonomik vidalama aleti İxo'yu on milyonuncu satış şerefine Swarovski ile kaplamışlar! Contemporary Istanbul' dan aldığın tabloyu İxo ile asarak ne kadar havalı olacağını tahmin bile edemezsin!

27 Kasım 2010 Cumartesi

Hannah ve Racheal

Deniz aşırı kargo ücretlerinin 1$ olduğu bir dünya hayal edebiliyor musunuz? Öyle bir dünyada sonsuz kadar takım ve sonsuz kadar çantam olurdu. Ve tabii sizin de.

Hannah Zakari; Rachael Lamb'in 2004 yılında İngiltere'de kurduğu, tamamı el yapımı ve fiyatları oldukça uygun ( shipping ile birlikte:)) broşların, takıların ve çantaların bizleri beklediği bir marka. Sitedeki her bir ürünü tek tek inceledim ve çok beğendim. Buyrun bakalım...:)

















23 Kasım 2010 Salı

Uuuuupuzun Post:)

Çok uzun süredir hem benim hem de ailemin sıkıntılı dönemler yaşamasından dolayı kendimi toparlayamadığım için post yazamıyordum. Ancak bugün çok özel bir gün! Artık yazmalıyım diye düşündüm.:) Hem sevenlerim bekler:) Kısa kısa biriktirdiklerimden başlayalım:

1- Louis Vitton Fall-Winter 2010 koleksiyonunun kampanya konsepti ve fotoğrafları sanırım hayatımda gördüğüm en klas çekimlerden biri. Hatta beyaz boyalı ahşap bir çerçevede aşağıdaki editoryalleri çerçeveletip asmayı düşünüyorum. :)



Çantanın üzerindeki binlerce payet elde, tek tek işlenmiş. El emeği katılan ürünler daha kıymetli...



2- Elle Türkiye'nin muhabirlerinden Seda Yılmaz'ın dergideki yazılarını ve harika blogunu takip etmenizi şiddetle ve en acilinden tavsiye ediyorum! Yazılarını okuduğumda "ayyyyy ne tatlı kız bu ya" ya da "ne kadar güzel sorular sormuş!" gibi yorumlar yapacağınıza eminim!




3- Valentino'nun en son sanat eserlerini muhtemelen görmüşsünüzdür! İnsan bunları takmaya kıyamaz ki! Oturup seyretmelik ve iç geçirmelik..





4- Dünyanın en iğrenç bilgisayar serisiyle tanışın! HP Pavillion! Sürekli tamire gönderiyorum ve o kadar çok masraf çıkarıyor ki...Bilgisayar tamircisi ve mühendisi olan arkadaşlarım bu serinin sürekli tamire ihtiyaç duyduğunu, kimsenin memnun olmadığını söyledi. Yeni bir bilgisayar almanın zamanı geldi galiba!



5- Bir de ünlüler keşke twitter kullanmasalar değil mi? Keşke dünya görüşlerini, genel kültürlerini ve her yaptıklarını bilmesek. Bazılarını takip edeyim dedim. Keşke etmeseydim. Şimdi şarkılarını dinleyemiyorum. Birbirlerine " Ayhhhh sarı çiçeğimmmmmmm çok tatlısın yağğğğ" yazmalarını sanırım kaldıramazdım.

6- Şimdi gelelim postun en önemli kısmına! Tabi ki en sona bıraktım.:) Bugün yani 23 Kasım 2010 tarihinde normalde elbiseleri 1000$ ve bir tshirtü 750$ olan Lanvin kalp H&M koleksiyonu Forum İstanbul'a geldi. Bu koleksiyonu çok uzun zamandır bekliyordum ve umarım birşeyler alabilirim diye hayaller kurmuştum. Yarın doğum günüm ya, kendime hediyeler alacaktım.:)

Hafta içi olduğu için çok kalabalık olmayacağını düşündüm ve ablalarımla beraber sabah 11'de (zaten alışveriş merkezi 10'da açılıyor.) oradaydık. O kadar kalabalıktı ki! İnsanlar gece 4'te gelip mağazaların açılmasını beklemiş! ALışveriş yapmak için öncelikle bileklik alınıyor. Belli saatler arasında o bilekliğin saati geldiğinde yirmi kadar kişiyi küçücük bir alan ayrılmış, oraya alıyorlar ve onbeş dakika içinde alışverişlerini yapıp çıkmaları bekleniyor. Bu insanlar o elbiseleri nasıl denedi, 300 TL'yi deneyemeden bir elbiseye nasıl verdiler hiç anlamadım. Ben zaten o elbiselerin kumaşlarını ilk gördüğümde almaktan vazgeçmiştim. Lanvin ( Okunuşu Lanven'dir bu arada) de olsa bir pazen elbiseye o parayı vermem. Kadınlar kasada milyarlar ödediler o elbiselere, paltolara.Bize bileklik kalmamıştı. Saat 14:10'dan sonra bileksiz bir şekilde herkes alışveriş yapabilecekti ama zaten hiçbirşey kalmaz ki! Kadınlar birbirlerine ve çalışanlara sesleniyor, ekip ve ekip lideri motivasyon amaçlı (ee tabi o kadar kadınla baş etmek zor!) birbirlerini alkışlıyor, bileklik alamayanlar bilekliği olanlara "Nolur bana bunu al sana parasını veririm kasada" diye yalvarıyordu. Of yazarken bile yoruldum! Bu arada yaşının o tayt ve garip takılara rağmen 40 olduğu belli olan hanımefendi kendisine tshirt ve kolye falan almış, kasada arkadaşıyla şöyle konuşuyordu:

40'lı kadın: Ay tatlım benim 700 dolara aldığım tshirt 80 lira ya! Klüpte giyerim ben bunu alayım!

Arkadaşı: Ama o senin yaşına gitmez ki.

40'lı kadın: Aman nolcak! Öylesine bir tshirt değil bu! Elimdeki lanveğğğğğğnnnnn!


Neyse ben ablam rahatsız olduğu için beklemek istemedim ama bir kızın sınavı varmış, bana beden ölçüsünü ve telefonunu verdi. Ben ona elbise alacaktım o da bana bilekliğini verecekti. Evlerimizde yakındı buluşup alışverişimizi tamamlayacaktık. Fakat kızın bilekliğinde saat 12:40 yazdığı için çok bekleyecektik ve bana fenalık gelecekti!
Sonra yeryüzüne bir melek indi ve adamcağız bana bilekliğini verdi. Eşi içerideymiş zaten o birşey almayacakmış. O kadar sevindim ki! Utanmasam sarılacaktım! Tabi ki hemen sıraya girdim ve sonunda istediklerime kavuştum. :)

Ta taaaaaaaaaa!



Tshirt gerçekten çok tatlı. Kardeşime aldık. Taytın üstüne topuklu ayakkabıyla harika duracaktır. Ancak kesinlikle elde yıkanmalı!



Topuğu göründüğü gibi değilmiş, çok yüksek! Evde denedim yürüyemedim:) Ama olsun:)



İşte bana göre koleksiyonun en güzel parçası. (Paltolar da çok güzeldi ama pahalıydı.) Ancak benim numaram olan 37 kalmamıştı, bende ablama 36'sını aldım.



Bunlara bayıldım! Uzun saplı olan çok hafif ve güzel. Küçük portföy de çok tatlı ve boncukları yapıştırma değil, dikiş o yüzden dökülmez.

Bir de ruj varmış ama ben onu kimsede görmedim. Eğer o siyah ayakkabıyla hiç yürüyemiyeceğime karar verirsem iade edeceğim mecburen. 3 gün içinde koleksiyon ürünlerini değiştirebilme şansının olması da ayrıca güzel! Elbisesi olmayanlar değiştirebilir veya benim gibi ayaklarından muzdarip olanlar.

Şimdilik bu kadar. :) Çok klişe biliyorum ama sevdiklerinize ve kendinize iyi bakın!

Not1: Erkek kısmında çıt çıkmıyordu, erkekler sakin bir şekilde alışveriş yapıyordu.:)
Not2: Bugüne kadar yurtdışında büyük şehirlerde bir sürü H&M gezdim.Birçoğu Türkiye'dekinden alan olarak daha büyüktü ve daha fazla ürün vardı. Ayrıca Türkiye'ye gelecek mi bilmiyorum ama kozmetik ürünleri de olmalı! Çünkü vücut losyonları çok güzel kokuyor. Fakat sürekli koleksiyonların yenilendiğini ve mağazada biraz araştırmacı olmanın işe yarayacağını hatırlatırım:) Bir de Türkiye'deki genel olarak düzenliydi. Yurtdışında mağaza rafları bizim Bershka'nın indirimdeki hali gibi oluyor diyeyim, siz anlarsınız. :)

3 Eylül 2010 Cuma

başlıksız



neden yazmıyorsun diye attığınız mailler için teşekkür ederim. kendimi en iyi ifade edebilmenin yolu kelimelerdir benim için oysa ki...bu sebeple açılmış blogumun böyle öksüz kalmasının sebebi ise ailemin ve benim yine çok sıkıntılı zamanlar geçiyor olmamızdır. sağlık sorunları ve bunun getirdiği psikolojik yükleri yatıştırdığım zaman, arınmaya ihtiyacım olduğu zaman blogumda yeni yazılar göreceksiniz. ama şimdi içimden yazmak gelmiyor.

2 Ağustos 2010 Pazartesi

!Acil!



Bugün bitmeden işten çıktıktan sonra, kahveni bitirdikten sonra, çamaşırları asıp tozları aldıktan sonra ya da ne bileyim ağdan bittiğinde kalk ve bu filmi izlemeye git! Bu bir emirdir!

29 Temmuz 2010 Perşembe

Tikkat tikkat! Bu bir tatil yazısıdır!

Maalesef bir haftalık İspanya tatilim son buldu! :( O kadar güzel bir ülke ki! Gezi raporumuza başlıyoruz!:)

Gezdiğim şehirleri tanımlarsam;

-Barcelona: Şehir sabahlara kadar dens dens dens modunda...İspanyol değiller, Katalanlar. Zaten orası Katalunya bölgesi olarak geçiyor ve İspanyol'lardan nefret ediyorlar. Yani İspanyol yakışıklısı aradık bulamadık! Alışveriş ve salak salak gezmek için ideal. Bir de Gaudi'nin müzesini gezebilirsiniz. Burada inanılmaz güzel alışveriş merkezleri var ve indirim sezonu olduğu için bolca alışveriş edebildim:) Dikkat ettim fast fashion( Zara, Stradivarius, H&M gibi sıklıkla koleksiyon çıkaran markaların sektörüne denir.)konusunda uzmanlar ama parfümeri daha ucuzdu.vergilerden kaynaklanıyor olabilir. Taşıyabilsem bir sürü krem, losyon, parfüm falan alırdım.

-Madrid: Sadece Museo del Prado'su yani Prado müzesi için bile gidilir! Ben diyeyim Ankara kadar siz deyin Yozgat kadar bir müze! Üç saat gezdik daha yarısına gelmemiştik. Goya'dan Velásquez'e kadar herkes orada! Rodin'in Üç Güzeller'ini gördük daha ne olsun! Şehirde İspanyol yakışıklıları gani gani, turist az, sanat ve kültür meraklıları için sergiler, tiyatrolar peş peşe...Gece Flamenko dansını izlemeye gittik. Gerçek çingelerin dansıydı. Duyguları bu kadar keskin ve heyecanla sunan başka bir dans daha yok. Tango var diyeceksiniz. Bunun yanında hiç kalır! Tango romantikse flamenko tutkuludur:) Madrid'de üç gün kaldım, doyamadım.

-Figueras: Şehirde birşey yok. Sadece Salvador Dali'nin hem evi hem de müzesi var. Hayranı olarak büyük bir heyecanla gezdim. Orjinal heykellerini ve tasarımlarını görmek çok garipti. Tıpkı yıllarca platonik aşık olduğun çocuğu öpmek gibiydi. Kesinlikle gidilmesi gereken bir yer.

-Gerona: Sessiz, sakin ve Venedik'i andıran bir şehir. Eski musevi mahallerini gezmek enteresandı. Koku filminin doğum sahnesi burada çekilmiş.

-Toledo: Tam bir film seti gibiydi. Ortaçağ'dan kalma şehrin yapısı hiç bozulmamış. Orada giydiğim platform topuklularım yüzünden yeri öpüp her yanımı mosmor etsem de değdi. :) Bir de şehrin tamamı toprak tonlarında evlerden oluşuyor ama köprü demirleri fuşya! Gay belediye başkanının en sevdiği renkmiş:)

İşte böyle!

Fotoğraf yükleymiyorum, bir sorun var galiba:/ Ama sonra söz!

16 Temmuz 2010 Cuma

Flamenco Fire





Hayatım boyunca en merak ettiğim yerlerden bir ülke olan İspanya'ya gidiyorum. Barcelona ve Madrid gezim toplam 8 gün 7 gece sürecek ve bu tatilde yepisyeni makinem Canon 550 ve en çok sevdiğim "Neden fotoğraf çekmelisin?" postundan anımsayacağınız kardeşlerim de bana eşlik edecek. Heyecanım dorukta!!!


Geldiğimde bu blog İspanyol müzikleri, fotoğrafları ve anılarıyla dolacak haberiniz ola! :)

10 Temmuz 2010 Cumartesi

İşgüzar blogger!



Ben blog yazmadan yıllar önce iyi bir blog okuyucusuydum. O kadar çok blog takip ediyorum ki Readerımda saatlerce takılabilirim. Bu yüzden blogsfer dünyası ile ilgili genel kültürüm geniştir. Neyse, dikkat çeksin diye koyduğum başlıkla alakalı konuşmaya başlayayım yoksa okumayı bırakacaksın:)

Blog yazarlarından bazıları hediye vermeyi çok seviyorlar. Sürekli bir hediyeleşme, kendilerini takip edenlere krem, kalem, kıyafet, çanta, bilet, ıvır zıvır vermeye bayılıyorlar. Bende hediye vermesini ve bit tabi (böyle mi yazılır bu yahu?) almasını çok severim. Ancak bu noktada bloggerlar biz normal insanlardan farklılaşıyorlar.

Öncelikle çoğu blog yazarı hediyeyi kazanmanız için size bazı şartlar sunuyor. Şöyle başlayan cümlelerle geliyor bu şartlar: "Şekerlerrrrrrr bu 3 dolara Amerika'dan aldığım kremi kazanmak için önce bloguma üye olun. Sonra blogunuz varsa orada benden bahsedin ve linkimi verin. Sonra da bu posta yorum yapın. Sonra kargo ücreti size ait olacak şekilde bana adres bilgilerinizi verin. sonra...."

Yani sana 3 Dolara aldığı dandik kremi verebilmek için o kadar çok şey istiyor ki! Ben bir gün buradan hediye vermek istersem canımın istediğine veririm, peh! Ya da "Arkadaşlar size hediye vermek istiyorum random olarak bir kişiyi seçeceğim" derim.

Zannedersin ki Swaroski taşlı Led TV hediye ediyor haspam! Of blogger kızlar of!

* Görsele bayıldım! Çoğumuzun üzerinde Hello Kitty'li pijamalar ve saçımız kalemle veya etrafta duran kaşık gibi aparatlarla toplanmış bir şekilde post hazırlar -ki ben şu anda öyleyim - bazı kadınlar böyle de post yazabiliyormuş! :)

8 Temmuz 2010 Perşembe

Miss Marionette




Günseli Sepici adlı siyah gözlü ve tatlı dilli, inanılmaz şirin ilustrasyonlar çizen ve bunların takılarını yapan birini tanıdım ve hemen sizlerinde tanışmasını istedim. Çizimleri kadar tasarımını da beğeneceğiniz sitesi * ve blogu ve de son olarak Facebook grubu var...Harika çizimlerinin yanı sıra sadece size özel olabilecek takılar için bu iletişim adreslerinden birinden ona ulaşabilirsiniz. Takıların yanında gelen çizimler ise ömür boyu saklanacak kadar güzel.

*İtiraf ediyorum sitesinin tasarımını çok kıskandım! Keşke o kadar güzel bir sitem olsa...Açıp açıp bakardım:)



Veee Günseli Sepici'nin gözünden ben...:) O kadar beğendim ki çıktısını alıp duvarıma asacağım:) Çok teşekkürler Günseli! <3

5 Temmuz 2010 Pazartesi

Minnoş Vol.2

Minnoş şeyler serisinde sırada Mini Melissa'lar var...O kadar tatlılar ki!


1 Temmuz 2010 Perşembe

Yalanlar ve Kadınlar



Genel olarak yalandan iğrenirim. Gerçekten! Çevrendeki herkes yalana batarken, “Yok anacım ben yalan söylemeyeceğim, bataklıktaki gül olacağım” desen de çekiliyorsun dibe, farkında değilsin. Bir sürü yalana alet olabiliyorsun istemeden. Ama yalancıların cinsiyeti olur mu? İşte bunu irdeleyeceğiz bugün sevgili ve de pek muhterem okuyucu!

Hani düşüncelerini dürüstçe söyleyebilen kadınlara "erkek gibi" derler ya, aslında ne kadar yanlış. Dürüstlük erkeklere mahsus değil ki! Ne saçma! Sanki hepimiz birer Hürrem Sultan’ız da çevremizdeki erkekleri fır döndürüyoruz. Peh!

Ama yıllarca bu söylem beynimize kazınmış! Hadi kabul ettik diyelim o zaman bende diyorum ki; “Kadınlar, erkeklerden daha erkek! “ Neden mi? Çünkü biz güzel yalanlar söyleriz, kimsenin canını yakmayan… Siz ise kanırtarak acıtan yalanlar söyler ve ardından PES turnuvanıza dönersiniz.

Tamam, biz de sütten çıkmış ak memeliler değiliz ama siz de çok fenasınız canım!
Yıllar süren bilimsel araştırmalarım ve gözlemlerim gösterdi ki erkekler yalanda bizden daha başarılı! Gözlerinin içine bakarak, ellerini ellerinin arasına almış ve kulağına “Seni Seviyorum” klişesini fısıldarken gerçekten sevmeyen bir erkeğin karşısında, beyin loblarımızın gelişmişliğinin veya karmaşık olayları daha kolay çözebilmemizin pek bir önemi yok aslında.

Çünkü biz O’na inanırız.


NOT: Görseldeki adamceğiz ise bütün Amerikan halkı çok dürüst ya!Halkına yalan söylediği için görevinden alınan B. Clinton. :)Ama gözlerini kapadım!Ne de olsa o bir YALANCI!

30 Haziran 2010 Çarşamba

"Melancholia"




Zeynep İnal'ın "Melancholia" isimli sergisi 17 Temmuz - 5 Ağustos 2010 tarihleri arasında Hush Gallery*'de...



Küçük bir kız varmış, kocaman acı taşırmış yüreğinde. Her sabah gözünü açtığında kalbine götürürmüş elini, acıyı yoklarmış hala orada mı diye. Nefes alması zorlaştığında bahçeye çıkar bir ağacın gövdesine koyarmış elini akıtırmış ağlayan yüreğini. Griye boyalıymış tüm renkler, kız yeşil yeşil ağlarmış. Kalbini çıkarıp atmak istermiş yapamazmış, üç sıkı düğümle bağlıymış yüreği bedenine. Kızın acısının kokusunu alan herkes ondan uzaklaşırmış, korkarlarmış bu keder bulaşıcıdır diye. Gri bir sokakta yeşil akan yaşlarıyla yalnız kalmış kız. Sesler boğuk renkler donukmuş. Sonra ılık bir rüzgar esmiş, hüzünlü bir piyano sesi taşımış soğuk kaldırımlara. Kız dans eder gibi yürümüş. Sanki yüzlerce insanla birlikte bir balo salonundaymış ama aslında kimsecikler yokmuş. Hayaletlerin dans ettiği sokakta sadece bir noktaymış. Kız yürümüş ortopedik ayakkabılarıyla saatlerce, hüzünlü bir piyano sesiyle...

*Caferağa Mah. Miralay Nazım Sok. No.20
Kadıkoy
Telefon: 216 - 330 91 88

23 Haziran 2010 Çarşamba

Her yanım İstanbul

İstanbul'da doğup büyüyüp ondan bu kadar bihaber olmak çok kötüymüş...

Bir Ahmet Ümit hayranı ve yazdığı bütün kitapları hatmetmiş biri olarak son kitabını okuyunca anladım ki İstanbul ve geçmişinden bihabermişim....Bunu anlayınca çok üzüldüm...Ne mitolojik geçmişini ne de gerçek tarihini biliyoruz. Ahmet Ümit'in son kitabı "İstanbul Hatırası" bu gerçeği yüzümüze vurmakla kalmıyor...Aynı zamanda ustanın seçtiği hikayelerle bizlere bir seri cinayetin gerçeklerini, Komiser Nevzat'ın ruh hallerini, dostluğu, İstanbul'un Byzantion'dan koca bir payitahta nasıl dönüştüğünü anlatıyor...Biz İstanbul'un Kostantinapolis geçmişini biliyoruz ama ondan önce burada yaşayanları tanımıyoruz. Kitapta bu tarihi yarımadanın geçirdiği evrimi, yıkıldığı her defada nasıl tekrar ayağa kalktığını görüyoruz. Byzantion, Kostantinapolis, Kostantiniyye ve İstanbul adlarını alan şehrimizi öyle güzel anlatmış ki... Gerçekten kaçırılmaması gereken bir kitap! Polisiye sevenler Ahmet Ümit'i sever. Onu sevenler ise Komiser Nevzat'ın maceralarını okumayı sever. Şiddetle tavsiye edilir.

Ben tesadüflere inanır oldum! Bu kitabı okumaya başladım ve Sakıp Sabancı Müzesi'nde 5 Haziran - 4 Eylül 2010 tarihleri arasında “Efsane İstanbul: Bizantion’dan İstanbul’a - Bir Başkentin 8000 Yılı” sergisi halkla buluştu. Atlı Köşk'e zaten hayranım da o kadar güzel sergiler ve etkinlikler yapılıyor ki her defasında saatlerce dolaşıyorum. :) İkinci şiddetle tavsiyem bu sergiye gitmeniz üzerine. Sergide ikonalar, büstler, antik takılar, tablolar, dünya gözüyle ölmeden gördüğüm iki tane Zonaro ve Ayvazoski var. Sergi hakkındaki bilgi ve iletişim için burayı tıklayabilirsiniz.

21 Haziran 2010 Pazartesi

Erkek Ficutu

Şimdi efendim, Emporio Armani'nin erkek çamaşırları hem pantolon üzerinden gözüktürülen lastiği hem de kullandığı iç çamaşırları mankenleri ile gönlümüzde taht(!) kuran markalardan biridir. :) Geçen sezon David Beckham'ın mankeni olduğu markada bu defa C. Ronaldo isimli yarı tanrı yarı insan, 300 Spartalı'yı toplasan kilo hesabında bu kadar kas çıkaramayacağı futbolcu var.

Ama konumuz Ronaldo'nun photoshop mu yoksa fitness teri mi bilemediğimiz ficutu değil, şey protezi! Protez meselesi David Beckham'ın -markanın yüzü mü vücudu mu desem bilemedim- zamanlarında da oldukça çok konuşulan bir konuydu. David Beckham'ın protez kullanmadığı bizzat ikon ve de bana göre Gollum'un topuklu ayakkabı giymiş versiyonu karısı tarafından açıklığa kavuşturuldu ama bu seferde erkekler komplekse girdi. Victoria o zamanlarda buyurdu ki: "Benim beyim protez neyim kullanmadı, ben şahidim!"

Dünya şimdi merak ediyor. Peki Ronaldo protez kullandı mı kullanmadı mı? Yabancı blogların tamamında konuşulan bu konu için sevgilisi derhal açıklama yapsın yoksa çamaşırı giydiğinde aynı etkiyi yaratamayan erkek tüketicileri EA'nın yakasını bırakamayacak! :)





* Sanırım blogtaki en güzel görsel bunlar! Bu kıyağımı da unutmayın! :)

18 Haziran 2010 Cuma

Minnoş Vol.1

Bu sezon her yerde çok güzel ürünler var. :( Üzgün işareti çünkü beğendiğim bütün ürünlerin toplam fiyatı 4 milyar dolar falan:) 4 milyar dolarım olmadığı için yaz bitmeden almayı planladıklarım ise şöyle;

Ray Ban Floral Modeli

Papparazi Clutch


Bu sezonun değil ama uzun zamandır benim gözümdeki minnoşluğunu koruyan Vivien Westwood for Melissa Plastic Dreams*

* Bu rengini bulmak çok zor. Ama ben bu rengini istiyorum! Sahtesini buldum ama hala orjinalinin peşindeyim. Melissa Plastic Dreams duy sesimi! :)