25 Aralık 2011 Pazar

Hate



Nefret icimizde olmamasi gereken ve bizi kirleten bir duygu bence. Ama bazi insanlar o kadar nefret edilesi ki kirlenmekten baska caremiz kalmiyor. Ama yillar gectikce anliyorsun ki Umursamamak o kadar da zor degilmis.

20 Aralık 2011 Salı

Hey hat! Yine, yeni ve yeniden aradığımı bulamadım.

Yüksek lisansa istediğim ve hayalini kurduğum mesleği yapabilmek için gerekli eğitimi alayım diye başladım. X Üniversitesinin pazarlama ve marka yönetimi ile ilgili yüksek lisasına kayıt yaptırdım. Hem İngilizce hem Türkçe mülakatları geçtim. Y.lisans ilk başladığında tanıştığım İ Hoca var, programın koordinatörü onun dersini aldım iki kere. Hayatımda tanıdığım en iyi hocalardan biri. Resmen o anlattıkça not tuttum, kitabı yaladım yuttum, sınavında sayfalarca yazı yazdım, derse katıldım, sunumu için çok çalıştım ve zaten iyi birer notla derslerinden geçtim. Program akşam olduğu için insanlar işten çıkıp geliyorlar. Dolayısıyla İ Hoca'nın zorlayıcı dersleri canlarını sıktı ve çoğu zaten çok düşük notlar aldılar. Ama Onun derslerinde öğrendiklerim sadece Marka Yönetimi nasıl olmalı sorusuna cevap olmadı aynı zamanda bana bu konuda çalışmak istiyorsam çok çalışmam, araştırmam ve sorgulamam gerektiğini öğretti. O yüzden genelde çok zor çok kazık derler onun dersleri için insanlar. İki senelik bu programda diğer hocalarım okursa belki hiç alınmasınlar ama çok az şey öğrendim. Hep kendi öğrendiklerim, okuduklarım üzerinden devam etti master programım. Sürekli pazarlama blogları okudum, yazılı basını takip ettim bu konu ile ilgili bütün yayınları her ay okuyorum zaten, ingilizce türkçe farketmez hepsini tek tek altını çizerek notlar alarak. Düşünün ki bu işi ne kadar yapmak istiyorum. Bir markayla bir markanın yaratılmasında veya sürdürülmesinde çalışmak istiyorum. Olmadı. Hiç olmayacak belki de türlü türlü sebeplerle.Ama bu yazının konusu yaptığım master, neden çalış(a)madığım değil. O yüzden devam edelim.

İ Hoca haricinde master programındaki hocalarımın maalesef yetersiz olduklarını düşünüyorum. Öyle ki bu sene dersleri dinlemedim bile. O kadar bilindik örnekler veriyorlar ki internete pazarlama yazıp okusam aynı şeyleri öğrenirim muhtemelen. Hocalar 10 sene öncesinin pazarlamasını anlatıyor. Kusucağım aynı örnekleri dinlemekten artık. Sosyal medya diyorum, marka yönetimi değişti 4 P artık 4 P değil, pazarlama evrimleşti diyorum. Sesimi duyuramıyorum. Maalesef bu konuda da şanssızlığım mı yoksa benden mi kaynaklanan bir problem bilmiyorum ama aradığımı bulamadım. Pazarlama çok derin bir konu. Eskisi gibi değil. Sürekli yenilenme istiyor. Geride kalırsan sektörün dışında kalıyorsun iş hayatında. Ama bir üniversitedeysen ve karşında işten yorgun argın gelmiş insanlar varsa derste sohbet ediyorsun ve dersi erkenden bitiyorsun. Bu insanların içinde bu işi yapmak için yanıp tutuşan ve bu derslerin tanesine 200 küsur TL veren insanlar olduğunu unutuyorsun. Bazı insanların oraya gerçekten senden birşeyler öğrenmek için geldiğini yok sayıyorsun. Belki gerçekten senin de bu konuyla alakan yok belki de işimi iyi yapıyor muyum, öğrenciler master olsun olmasın bir şeyler öğrendiler mi, derse gelmeden önce öğreteceğimi düşündüğüm (aslında internetten hazırladığım) sunumum yeterli mi diye iç muhasebe yapmıyorsun. Ama Hocam, inan hiçbir şey öğretmiyorsun.

Dolayısıyla sonuna gelmekte olduğum masterımın bana istediğimi vermediğini, büyük hayal kırıklığına uğradığımı, yetersiz ve vasıfsız hocalar güruhundan artık sıkıldığımı yazdım ki belki master yapma konusunu düşünen arkadaşlar varsa okullarını, ders veren öğretmenleri, o programı daha önce alanların deneyimlerini iyice araştırırlar da benim yaptığım aynı hataya düşmezler.

NOT: Bazı arkadaşlar tanıdım, sadece işlerinde yükselmek için bu programa kayıt yaptırmışlar, hani master yapanlar terfi alıyor diye. Mesela onların öğrenmek gibi bir kaygıları yoktu. Derse gelip maillerine bakar, uyur giderlerdi. Eğer siz de öyle bir düşüncedeyseniz bu yazı zaten sizin de canınızı sıkmıştır. :)

16 Aralık 2011 Cuma


Elektrikler kesildi. Saatlerce gelmedi. İki şeye şükrettim bugün. Evde mumlarım vardı ve okunacak kitaplarım. Karanlıktan çok korkan ben hava karardikca mumların sayısını arttırdım. Bakkaldan mum aldırdım kapıcıya. Aslında üç tanesi yeterdi ama beş tane mum olsa daha iyiydi. Kitabımı okudukça ve kafamı dağıttıkça korkularım azaldı. Telefonumun sarjı bitiyordu, Tv çalışmıyor ve ışıklar yanmıyordu.

Başka biri sessizlikte kafası dinler. Ama ben sessizlikten hoşlanmam. O kadar alışmışım ki ailemin kalabalığına, her odada insan olmasına ve her an birilerinin konuşmasına, kızmasına, bağırmasına, susmasına.

Elektrik geldiğinde çocuklar gibi sevindim. Evin bütün ışıklarını yaktım. Mumlarımı öpüp yerlerine koydum. Hemen bilgisayarımı ve TV'yi açtım. Işık ve ses! Tanrı sizi korusun.

12 Aralık 2011 Pazartesi

şişelerce hüzün

gözyaşı şişelerini bilir misin? eskiden insanlar ölen kişinin arkasından ağıt yakarken gözyaşlarını ufak şişelerde biriktirirlerdi. sonra o şişeler mezarlara konurdu ki arkasından ne kadar ağlandığını anlasın o ruh diye. veya uzaktaki sevgili için doldurulurdu şişeler gözyaşlarıyla. geldiğinde ona verilirdi ve mücevher gibi saklanırdı o zamanlarda. acılarının büyüklüğünü gösterirdi göz yaşları şişeleri. o ölmedi ama arkasından o kadar göz yaşı döktüm ki şişelerce. şişelerce hüzün biriktirdim sevgilim sana. asla sana vermeyeceğim binlerce gözyaşıyla doldurdum onları. asla hak etmeyeceğini bile bile. ama biliyorum ki... asla sana kimse bakmayacak benim baktığım gibi ve kimsenin aşkı büyük olmayacak olamayacak her zerrene aşık olduğum gibi.

şişelerce hüznüm var. hepsi sana. uzakta ve aslında asla sahip olamadığım aşkıma.

10 Aralık 2011 Cumartesi

Hatun kisisi kimdir?


Markete, kasaba veya manava Chanel takılarını takip giden ama domatesi seçerken manavla sohbet eden, yalnız ve yetenekli bir kadın Nur Yerlitas. Roportajinda ben Chanel boncuklariyla mutlu olan bir mahalle kızıyim demiş. Ne ironi ama.

Şimdi bende bakkala bile giderken rimel sürerim. Goz kalemini cekisim unludur. Kuyruklu ve kalin cekerim. Kendimi bildim bileli makyajımı over durur insanlar. Üniversite hayatım boyunca bir kere bile esofman giymedim ve giyenlerden hic hoşlanmadım. Nereye gidersem gideyim uc dört senedir topuklu giyiyorum. Sandaletlerim bile pulludur renkli deridir. Makyaj çantam 5 kilo falan ve banyodan sonra mis gıbi kremler sürmeyi cok seviyorum. Onlarca nemlendirici kremim var. Parfüm desen kimsede olmayan farklı ama hafif kokuları biriktiriyorum resmen. Ojem dökülmus, kaslarım çıkmış veya dip boyam gelmiş bir sekilde görülmemmisimdir. Tatile gittiğimizde havuzda kırmızı ojeli ayak parmaklarımı sip sip yaparım ve saçlarımı havuzdan sonra ıslak bırakırım onlarla oynarım. Boncuklu plaj kıyafetlerim ve takılarım vardır. Renksiz dudak koruyucum vardır havuz basına özel. Uzun elbiselerin altına sandalet giyip plaj çantamı koluma takip salına salına yürürüm sahilde mesela.

Bilemiyorum seviyorum böyle olmayı. Süslenmeyi seviyorum. Saatlerce takilarimi ayakkabilarimi ve ah cantalarimi düzenlemeyi seviyorum! Kremlerimi hizaya sokmayi, onlarca sac bakim kreminin arka etiketini okumayi, oje surup surup cikarmayi seviyorum. yemek yapip suslemeyi bile seviyorum ben ya! Evcilik oynar gıbi iste.

Chanel boncuklarım yok henüz ama olursa eğer onlarla evcilik oynamayı dört gözle bekliyorum.

9 Aralık 2011 Cuma

Takip ettiklerim


Az önce madem uyuz olduğum bloggerları yazdım. Bir de takip etmekten zevk aldığım ve her postunu okuduğum bloglar neler?

Yabancılardan Atlantic Pasific. Sürekli takip ederim. Çok şık biridir. Ünlü stylistlerden The Style By Me blogu nasıl güzel nasıl elit bir blog. Çok seviyorum!Yine ünlü güzellik editörlerinden makyaj blogu var çok sevdiğim. Her soruma cevap verir, harika biri. Seda Yılmaz'ın blogu var. Çok seviyorum onu. Muhakkak Elle dergisindeki yazılarını da okumalısınız. Bir blogger nasıl hem bu kadar tatlı ve başarılı hem de bu kadar mütevazi olabilir. Modaya ilgi duyanların takip etmesi gereken bir isim Style Boom! Cindrella , Alara Kap'ın blogu , arkadaşım Mustafa'nın blogu , Ferhan'ın blogu , Buse Terim'in blogu ve son olarak Oip'imin blogu var takip ettiğim.

Aslında çok fazla blog takip ediyorum. Eğer öğrenmek isterseniz profilime tıkladığınızda görebilirsiniz. Ancak hepsini sevdiğimden takip etmiyorum. Meraktan, kıskançlıktan, uyuzluktan takip ettiklerim de var:)

Hem bu post sayesinde "Hangi blogları takip ediyorsun?" sorularına da cevap vermiş oldum.

Ayrıca bloguma yorum yapıldığında acaip mutlu oluyorum. Teşekkür ederim!

Uyuz oluyorum!



Şimdi bazı blogger kızlarımız var, onları severim. Ama uyuz olduklarımın sayısı daha fazla! Çünkü bazı özellikleri var beni deli ediyorlar. Bir de onların pohpohlayıcı güruhu var kiiii, onlar daha beter.

Şöyle ki aşağıda bazı özellikler sayıyorum nadide blogger kızlarımız için. Ama bunlar benim gördüklerimdir. Yani herkesi kapsamaz. O yüzden bana çömkürmeyin!:)

İlk olarak Türk blogger kızların aynı kombini doksan beş açıdan, yakın uzak, gülerken somurturken, saçlarını savururken falan yüzlerce fotoğrafını koymasına deli oluyorum! Mesela bir kız kardeşler var! Allah'ım! İyi ki profesyonel fotoğraf makineleri var..sürekli birbirlerini çekip koyuyorlar. Belki aynı kombinin 19 tane fotoğrafını koyuyorlar. Ulan anladık!

İkinci olarak Türk blogger kızların sanki hayatlarında hiç makaron, cup cake veya beyaz şarap görmemiş bir halleri var.Lansman lansman gezdikleri için de sürekli fotoğraf koyuyorlar tabi. Tamam, tumblr kızları da böyle ama en azından her cupcake fotoğrafının altına "inanılmaz lezzetliydiiiiğğğğ" yazmıyorlar.

Üçüncüsü poh pohlayıcı kesimleri var bunların. Yani bir fotoğrafa yorum yapayım dedim iki hafta önce. Yapmaz olaydım. Hala mail geliyor. Hepsi de "X'ciğimmm inanılmaz güzelsin inanılmaz mükemmelsin!" veya "Sen çuval giysen yakışır beaa" gibi. Bir kişi de "Bence o çantanın materyaliyle deri ceketin materyali bir uyumsuzluk yaratmış bu da kombinini başarılı olmaktan çıkarmış" demiyor! Hepsi o kıza bayılıyor, seviyor ve hatta onun gibi olmak istiyor. Ulan hani kadınlar birbirini çekemezdi. Noluyor ya! Sakin olun.

Dördüncüsü Adsız yorum yazan erkekler var bu kızların bloglarına. Genelde dikkat edin dekolte fotoğraf koyan kızların fotoğraflarının altında Adsız yorum yazan çok oluyor. Onlarda zaten "çok güzel bacakların var!" veya "Allah özene bezene yaratmış" o da olmadı "sırtında sivilceler var bari silseydin photoshop'ta!" diyorlar.

Beşincisi bunların dertsiz Ayla gibi gezmeleri.Bunlar üniversite öğrencisi veya tam zamanlı ev hanımı olsalar da hiç dertleri yok. Dert babası gibi bir insan olduğum için anlamıyorum bu durumu. 27 yaşındayım ve hayatımın son 4 yılı sürekli ağlamakla geçti. Yani nasıl bir derdin olmaz? Tamam kimse hasta olmasın, parasız kalmasın ama saçın bile dökülmüyor veya sevgilin bile terk etmiyor! Her şeyleri nasıl böyle güllük gülistanlık anlamıyorum. Ha, elbette dertleri vardır ama göstermezler diyorsan Sayın Okuyucu, sana şunu sorarım; O zaman nasıl Allah'ın her günü lansmanlarda partilerde geziyorlar? Mesela bir blogger kadıncağız vardı. Düzenli post yazardı, çok tatlıydı ama kocası hastaydı. Organ nakli bekliyorlardı. Kocasına mektuplar yazardı falan. Sonra kocası vefat etti ve kadın blogunu kapattı. Ben bloguma bundan sonra oturup giydiğim kıyafetleri falan koyamam dedi. O işte gerçek bir kadındı. Bunlar sanki yapay bir dünyada yaşıyorlar.

Aslında daha çok var. Uyuz olduğum bir çok özellik var. Ha bir de kıskandığım şeyler var. Mesela keşke moda yazsaydım. Moda bloggerı olsaydım da zaten giydiğim markalarla yaptığım kombinleri koysaydım. O zaman gelsin eşantiyonlar gitsin sürekli gelen hediyeler. En çok hediye kısmını kıskanıyorum zaten. CK hediye saat gönderiyor bunlara, bunlarda bloglarında "CK saatime bakııııııın" diyorlar ya kıskançlıktan ölüyorum!

Ama daha önce yazdığım bir cümle benim neden moda bloggerı olamayacağımı anlatıyor;

"Bir gün tek derdimin Mango'da beğendiğim kazağın bedeninin olmaması olmasını istiyorum."

5 Aralık 2011 Pazartesi


“Demek hayat böyle iki adım ilerisi bile görülmeyen sisli ve yalpalı bir denizdi. Tesadüflerin oyuncağı olacak olduktan sonra ne diye bir irademiz vardı? Kullanamadıktan sonra göğsümüzü dolduran hisler ve kafamızda kımıldayan düşünceler neye yarardı?”

- İçimizdeki Şeytan / Sabahattin Ali

(Source: yalnizlikmasalcisi)

1 Aralık 2011 Perşembe



biz ağzımızı yara yara gülmeyi özledik. her kahkahamızın altına saklanan hüzünden bıktık. kırılan kanatlarımız kanıyor hala. Akıttığımız gözyaşlarımızı saklamaktan bıktık.

Blake, güzelim; hayat sana güzel.